Eklenme: 24 Ara 2020 / Per 19:38
A A / 1479 Kez Okundu
| |

Acı reçetenin muhatabı kim?

Merkez Bankası son aldığı kararla politika faizinde 200 baz puanlık artışa gitti. Piyasalarda oluşan güvensizlik, Türk Lirası’ndaki aşırı dalgalanma, yabancı yatırımcının ülkemize olan ilgisindeki kayıp para politikasında sıkı duruşu zorunlu hale getirmişti bu süregelen yanlışların ve yanlışta ısrarın beklenen sonucuydu. Belki de acı reçete için Merkez Bankası’nın çok daha cesur adımlar atması, yoğun bakımdaki ülke ekonomisinin en azından hayatta tutulması için daha radikal kararlar vermesi gerekebilir. Milletçe buna hazırlıklı olmalıyız. Peki faiz artışının sıradan vatandaşlar olarak bizi ilgilendiren sonuçları ne olabilir, senaryolar üzerinden algılamaya çalışalım.
Pandemi sürecinde müşteri ile sıcak temas halindeki pek çok işletme ya işlerini tamamen kaybetti ya da  günü dahi kurtarmakta zorlanıyor, bir nevi can çekişiyor. Paket servise uygun olmayan sıcak yemek işletmeleri, eğlence ve spor sektörü, kreşler, kafeler ve kıraathaeler gibi işletmeleri bunların aralarında sayabiliriz. Bu işletmeler ki; milyonlarca insanın istihdam edildiği, sıcak paranın dönerek ekonominin bir nevi cansuyu görevini üstlenen, talep ettikleri istihdamla birlikte ülkedeki işgücünün değerini bir anlamda muhafaza eden krizin önündeki ilk set olarak karşımıza çıkıyor.

Hükümetimiz basit usulde faaliyet gösteren, günlük yaşayan istihdamın olmadığı ya da çok düşük seyrettiği işletmeler için karınca kararınca bir destek paketi açıkladı. Diğer sektörlerde de vergi gelirlerinin bir kısmından feragat ederek arzı bir noktada dengede tutma gayretine girdi. Her iki hareketin de piyasadaki yangına karşı etkisiz kaldığını görmek için kartal gözlü olmaya gerek yok. Fakat yangının büyüklüğü karşısında hükümetin silahlarının da etkisiz olduğunu, yetkilileri kazanamayacağı bir savaşa zorla sokmanın mantıksız olduğu da aşikar.

Para politikasında alından son kararlar ve ekonomik gidişata ilişkin açıklanan son tedbirler de hükümetin bazı şeylerden aslında çoktan vazgeçtiğinin ispatı niteliğinde. Pekala alınan kararlardan sonra bizleri neler bekliyor bir bakalım.

Devletten hibe desteği beklerken hiçbir şey alamayan firmalar yeni borçlanmalarla çarkına likidite sağlayıp önümüzdeki güzel yılların rızkını şimdiden harcamak yoluna gidecekti ki; merkez bankası politika faizine yaptığı zamla bunun önüne geçti. Türkiye’de borçlanmak 6-8 ay öncesine göre artık çok daha maliyetli ve öngörülemeyen piyasa koşullarında çok daha riskli. Bu riski göze alamayan pek çok entübe işletme teslim olacak ve rızkını başka yerde arama yolunu seçecektir. Bu firmalardan arda kalan arz boşluğunu, güçlü sermaye sahibi zincir şirketler dolduracak, piyasadaki sıcak para döngüsü kırılacak, bu işletmelere ham madde tedariği sağlayan pek çok küçük işletme ciddi oranda gelir kaybına uğrayacaktır. Yüksek faizin cazibesine kapılan pek çok küçük ölçekli sermaye sahipleri paralarını bankaya götürecek en küçük mahallelerde dahi finansallaşma akımı başlayacaktır. Finansallaşan birikimler toplam talebi vuracak ve perakende sektöründe başlayan gelir kaybı ilgili bütün sektörlerde zincirleme etkiye sebep olacaktır.

Bu durumun olumlu tarafı da var, hunharca katlettiğimiz doğadan artık daha az talepkar olacağız, ithalat toplamımızda talep eksikliği nedeniyle azalma olacak cari açıkta ortaya çıkan küçülme, borcun üstüne bindirdiğimiz borç yükünde hafiflemeye neden olacaktır. En küçük bireyin bile tüketimle var olduğu kendisini tüketerek ifade eden harcayan birey kapitalist toplum ve nihayetinde mutlu köleler düzeni bir nebze olsun sorgulanacak. Fakat bu oyunda biz de varsak, oyun kurallarını unutmamak gerekir. Talep yoksa arz yok, arz yoksa istihdam yok, istihdam yoksa talep yok paradoksunun içinden çıkmak öyle kolay değil.

Hükümetimizin, talebi korumak için devlet sektörüne harcama yaptırması bir anlamda piyasaya para pompalaması gerekir. Tabi para pompalamak için de para bulmak gerekir. Yurtdışında sermaye tutan yerleşiklere paranızı getirin kaynağını sormayacağım demek, yabancı yatırımcıya her türlü kolaylığın sağlanacağını ilan etmek bundan  ileri gelmektedir. Eğer bu şekilde insanları ikna edemezseniz, uluslararası tefecilerden yüksek faizli borçlanmaktan başka çareniz yok. Benim anladığım kadarıyla içinde bulunduğumuz durum da tam olarak budur.  Ya geleceğimizi tefecilerin eline bırakıp, elimize geçen parayla krizdeki sektörleri bir süre daha canlı tutacaklar ya da bu riske girmek yerine entübe sektörlerin yok oluşunu izlemekle yetinecekler.

Yabancı yatırımcılar ve yerleşik sermaye sahipleri, ülkedeki hukuk sistemine ve özel mülkiyetin korunması ile ilgili fiili uygulamalara apaçık güvenmiyor. Güven ortamının sağlanması için bir takım siyasi ve hukuki reformlar gerekiyor ki; böylesine sancılı bir süreçte tek adam yönetiminde güçten feragat etmek iktidardan düşmekle sonuçlanabilir.

Türkiye çok fazla paradoksun içerisinde bir karar vermek zorunda. Alınan karar bir kesimi kurtarırken bir kesimi tamamıyla yok edecek. Acı ilacı içen aramızdan ayrılacak ve bizler kalan sağlarla yolumuza devam edeceğiz. Acı reçetenin kime çıkacağı ise henüz muamma. Yetkililer 2021 yılına iyimser bakıyor. Önümüzdeki yıl %12 büyüsek 2019 başındaki konumumuza anca dönebiliriz. İki yıl içinde artan nüfus büyüyen talep bakılması gereken boğaz ve sürekli artan sağlık harcamaları bizim bundan fazlasına ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Bizi başladığımız yere döndürecek büyüme ise şu koşullarda hayalden ibaret. Ben iyimser olamıyorum. Bu yüzden halkımızın siyasilerin vaatlerinden çok kendi gerçeklerine odaklanmasını, ayağını kendi yorganına göre uzatması, en kötüsü için hazırlıklı olmasında yarar görüyorum.

Kalın sağlıcakla…